KOMBİN |
Askere atılan mermiyi
ağzına almaz, kadına atılan tekmeyi yazıyor.
Milletin ayağında don yok, birinin ayağındaki şortu milli mesele yapmış.
Işığı gözünü alıyor. Aydın sanıyorsun. İyice yaklaşıyorsun.
Bir de bakıyorsun ki alüminyum folyo!
Kahve muhabbetine nükleer atom fiziğinden girerek deneme yap; o işin uzmanının
yedi ceddine düz gidecekler bak.
Millet bulanık su içmekten, senin kaynak diye gösterdiğin otoriteye şüpheyle
bakmayı sanat haline getirmiştir çünkü…
***
Tüketimi teşvik etme işinin adı reklamdır ve bütün iletişim araçlarının
ekmeği, o boyalı değirmenden çıkar.
Ciğeri beş para etmez insanları jüri yapıp, genç kızları palyaço gibi
bezeyip, bunların karşılıklı hakaretleri, ikili çemkirmeleri, seviyesiz
atışmaları üzerine programlarla milletin beynini ayakkabı köselesine çeviren
düzen değil mi bu?
Alüminyum folyo maharetiyle ışıldayan aydın takımının, bunların
meselelerini gazete köşelerine, haber analizlerine dâhil ettiği devir değil mi
kardeşim?
Liseli çocukların birbirlerini ‘kombin’ gibi kelimelerle tarttığı, okul
arkadaşını jüri sandığı, anasının basmasını yadırgadığı memleket değil mi
burası?
***
Türkiye’de biber gazı ilk olarak 1952’de kullanılmış.
Ben onu ilk olarak ‘türban eylemi’ adını taktıkları bir hadisede tattım.
Meseleye vakıf olmadığımız için, belki de yaşımız yetmediğinden, 28 Şubat
idaresinin bizi kimyasal silahla yok etmeye karar verdiğini düşünmüş,
ölmediğimizi fark ettiğimiz zaman da gözümüzden yaş gelirken kendi halimize
gülmüştük.
İmam Hatip Liseleri'nin meslek lisesi olmasından ve bütün meslek liselerinin
aynı kategoriye dâhil edilmesinden kaynaklanan bir olaydan türban eylemi haberi
çıkartılması, yazar ve aydın takımımız için bir seviye ispatıdır mesela...
Büyüdüğümüz dönem itibariyle, kahvede nükleer atom fiziği hususunda ahkâm kesen
cemiyetimiz gibi kadın giyimi konusunda ihtisas sahibi sayılırız hepimiz. Zira
ömrümüz bu meselede zırva, yave, zırıltı üretenlerin aydın sayıldığı,
dikkate alındığı yıllardan müteşekkildir.
Türban nedir, başörtüsü neye denir, ninelerimiz ne giymiştir, nasıl bağlanırsa
siyasidir, hangi cemaatin kadını kafasını hangi yöne doğru bağlar, hangi parti
hangi örtüden yanadır, hangi zümre hangi örtüye karşıdır, hangi kadın giysisi
yıkıcı ve bölücü, hangi kadın giysisi İslam’a, hangisi cumhuriyete terstir vs…
Matematikten çok
bunlara vakıf olmamızın müsebbibi, ağzını açan alüminyum folyonun, bu yaveleri
yaymasıdır. Televizyonlarda kadın giysisi üzerine yapılan şaklabanlıkların
izlenme rekorları kırmasının psikolojik temelinde, milletin 30 senesini bu
zırıltılarla geçirmiş olması yatar.
Aziz yurdumuzda gelişme
yok denemez.
Evden çıkınca podyuma çıkmış gibi hisseden kadın, belediye otobüsünde oturmakta
bulunan jüri heyetinin önünden geçerken, kendisini jüri üyesi gibi hisseden
manik-depresif güvenlik görevlisi tarafından çantasıyla kombinlediği şort
beğenilmeyince, mesele memleket gündemine girmeye hak kazanmış oldu bak. Az şey
mi bu yani?
Psikolojik hastalığına jüri psikolojisi eklenerek raydan çıkartılmış olan
güvenlik görevlisi, medeniyet seviyesini şortla ilişkilendirebilen hanıma,
tepki seviyesini uçan tekmeyle gösterince, mesele memleket gündemine girmekle
kalmayıp başköşeye de kurulmuş oldu.
Kadınların, televizyon programlarında üst-baş üzerinden puanlanmasına alışmış
olan duyarlı yığınlarımızla, 20 yaşında çocuklarımızın kancık pusularla
katledilmesine alışmış duyarlı yığınlarımız, darbe girişimi sonrası oluşan
duyarlılık ortamının da etkisiyle, duyarlılık hususunda bir kere daha sımsıkı
kenetlenmiş oldu.
Kıraathanelerimizde meseleler nükleer atom fiziğine gelmiyor olsa da
başörtüsünden şorta gelmiş, duyarlılık bakımından çağ atlamış durumdadır.
***
Yeni doğan çocuklar arasında %5 olan üstün zekâ oranımızın, 10 yıllık okul
eğitimi sonunda nasıl %2’ye düştüğünü merak eden bilim adamının, kendisini
sonuca götürmeyen formülünde eksik olan maddeyi ifade etmeye çalıştım.
Yoksa memleketimiz ahlâkının ‘hiç kimse herkesin hiçbir şeyine karışamaz’
temelli felsefesine laf etmiş değilim.
Haşa…
1 Eylül 2017
Yorumlar
Yorum Gönder